Ağlar çekiliyor lacivert sulardan; nazlı nazlı! Balıklar ‘gün yüzü’ ile tanışıyor. Bazen, oynayarak! Diğer yanda, paraket topluyor kınalı parmaklar. Derinlik belki 30, belki 40 kulaç! Cayır cayır yakan bir güneş, belki de titreten bir soğuk; Karadeniz bu; hepsi normal! İş’inin ustası ‘el’ler; tek tek ayırıyor balıkları; yaşamın vazgeçilmezi! ‘Ekmek paraları’ yüzyıllar öncesinde olduğu gibi. Gri, mavi, siyah, turuncu, hatta kırmızı! Kah pul’lu, bazen dikenli, tabi irili ufaklı!
Balık! Balıkçının ekmeği; paraya dönüşünce, evin yiyeceği, giyeceği, yakıtı; okulun masrafı, teknenin bakımı, belki evin kirası!
Bir balık cennetindeyiz! Aslında salt balıkla özdeşleşemez, tam bir cennet! Rengi, coğrafyası, tarihi, kültürü, mutfağı! Kısaca, çok yönlü bir cennet. Ağva’dayız. Hırçın Karadeniz’in kıyısında, bir sükut beldesi. Dışarıda deli dalgalar, içerde huzur dolu sakin havalar. İstanbul’un yanı başındayız. ‘Çılgın rotalar’ farkı ile anlatacağız burayı da. Gidenler bir kez daha gözden geçirecek, gitmeyenler koşa koşa gidecek. E, bizim farkımız bu! Gidilmemişe gitmek, gidilmişi farklı bir objektiften takipçilerimize aktarmak.
Yeşil fanuslardan geçip gideriz Ağva’ya; mavi sırdaştır. Bilen bilir, İstanbul’dan sadece 97 km. Doğa yürüyüşü yapanlar, bisiklet ve motorcular, fotoğrafçılar, olta balıkçıları mesken tutmuşlar. Giderken, özel araç şart. Meşhur ‘Üsküdar Şile Ağva’ otobüsleri var, ama saatler yakalanmalı. Bir de çevreye dağılmış güzellikler var ki; işte asıl onlar için araç şart. İki farklı yoldan gidersiniz. Çevre yolu yani otoban ilki, ama benim tercihim Şile üzerinden, köylerin içinden geçen, kıvrılarak ilerleyen eski yol. Bu güzel köylerden, müthiş organik ürünler de alabilirsiniz ayrıca. Yumurtadan tereyağına, bal ve reçellere, türlü türlü yeşilliklere kadar. Sağlıktır Ağva.
Bir yanı hırçın Karadeniz’e bakar, diğer tarafta Göksu ve Yeşilçay arasına uzanır. İsmin’de buradan geldiği söylenir. Yolda size eşlik edecek, Kabakoz, İmrenli, Akçakese ve Kurfallı köyleri yaren olur.
Bölgenin tarihi oldukça eski. Fakat yine bazı soru işaretleri var. Cilalı taş devrine ilişkin bir yaşamdan söz ediliyor. Ama hangi bulgularla? İ.Ö. 3 binli yıllara bir gönderme var. İ.Ö. sadece 7. Y.Y. diyenlerde! Evet, Hitit, Frig, Yunan, Bizans, Selçuklu, Ceneviz ve Osmanlı izleri taşıdığı gerçek. Elde kalanlar çok az ama! Kilise ve mezar kalıntıları dışında, pek bir şey yok. Ah tarih.
Niye toplum olarak önem vermiyoruz? Ve hala yıkıyoruz. Bir not da, ‘Bitinya’ Uygarlığına düşelim. ‘Bitin’ saldırılarından kaçan askerlerin saklandığı mağara da bu civardaymış.
Hep önemli bir deniz ticaret limanı olmuş Ağva. Bunca uygarlığın, bu topraklarda ard arda etkin olmasının en önemli sebebi. Osmanlı hakimiyeti, 500 yıl. Mondros mütarekesi ile İngiliz işgali ve sonrası, 1922 de kurtuluş.
Geçmişten başka bir yaprak; Pers seferinden dönen ünlü Yunanlı komutan Xenophon ve Romalı komutan Lucullus’un buralara verdiği önem. Tabi uzun yıllar farkla.
İlk Türk izine ise, 1090’larda Selçuklular döneminde rastlıyoruz. Sonra kaybedilmiş buralar, tekrar alınmış vs. Uzun bir dönem Bizans uç kalesi olarak görev yapsa da, Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlıya geçmiş ve uzun yıllar hüküm sürmüş. Yörenin Türkleştirme çabalarında, Balıkesir, Konya, Karaman ve Batı Trakya’dan gelenlerin sayısı etkili.
Ağva’ya günübirlik ya da kalmalı gelinebilir. Özellikle nehir çevrelerinde çok keyifli oteller ve restaurantlar var. Mesela, Cuma/Pazar. Ya da, daha uzun. Yapılacak pek çok aktivitenin yanı sıra ‘şehirde yoruldum, sadece müzik dinleyip kitap okuyacağım’da diyebilirsiniz. Karar sizin, doğru yer. Şık kahvaltılar, brunchlar, zengin mönülü öğle ve akşam yemekleri sizi bekler. Et de var ama, balık ağırlıklı mönüler ilgi çeker. İsteyene ‘tatlı su’ isteyene deniz ürünleri servis eden yerler var. Yanı sıra müthiş mezeler ve yerleşenlerin katkıları ile onlara has lezzetler. Hepsi güzel.
Denize girmek isteyecekler elbet yaz aylarını tercih edecek. Ama dikkat, deniz tehlikeli! Yüzmeyi iyi bilmek lazım. Bu bölgelerde boğulma vakaları çok görüldü. Ve tabi sıcak. Kışları ise gerçekten soğuk, ne de olsa Karadeniz. İlk ve son bahar idealdir bence. Hafta sonu ve özel günlerde önceden rezerv, tavsiye olunur. Otellerin yanında, restaurant için de. Göksu nehrinde, kano, su bisikleti ve sandalla keyifli geziler yapılabilir. Ara ara suyun rengi kirleniyor gibi? Yazın gidecekler, tekne turları ile koyları keşfedebilir, güzel sularda serinleyebilirler! Ağva Plajı, tabi çok ünlü. Fakat kışın 2500 civarı nüfusun, yazın 15 binleri bulması dikkate alınmalı. Plajda da yer olmayabilir. Eski bakir hali ile çok daha güzeldi. Bunu, büyükşehirlere yakın pek çok yer için söyler olduk. Haklı olarak. Turizm gerçeğini de unutmayalım. Burası artık turistik bir merkez ve turist para demek. Yabancı turist nadir görülür genelde yerli. Son zamanlarda Arap’ların görülmesi ise, düşündürücü! Mümkünse hafta içi gitmeli, mümkünse kalmalı. Nefes almalı. Ekonomik açıdan da uygun olur bu. Başka neler yapılır ek olarak? Mesela ATV kiralayıp dağ bayır gezilir. Paintbal oynanır. Yaşanır ya; yaşanır.
Çevrede gezilecek mekanlara kısaca bakalım. Kuru dere şelalesi, Gelin Kayası, Kadırga Koyu, Hacıllı köyü, Kilimli, Kalem köy, Gürlek mağarası, Ocaklı kale, Papaz çeşmesi, Kum baba daha da sayabiliriz.
Şileye bağlı, doğusunda yaklaşık 40 km. mesafede bir cennet Ağva. Turizm ve yerel yetiştiriciliğin yanı sıra, odunculuk ve şile bezi üretimi de, ekonomiye katkı sağlar. Ve tabi balıkçılık!
Ağlar onarılıyor, paraketler tekrar yemleniyor, reisler tayfaya emir yağdırmaya başladı bile. Martılar olan biteni sessizce izliyor. Kıyıda, nar gibi kızarmış istavrit ve salatanın yanında, ‘iki tekler’ atılıyor. Ve, tekneler limandan ayrılmaya başlıyor. Tükettiklerimizi, bize tekrar getirmek için. Sonrasında; tatlı bir uyku. Ne o, yoksa rüyanın sonu mu geliyor?
Zeytin’den akasya’ya, çam’dan ıhlamur’a bin bir bereket arasında, yeşilin ortasında dönüyor tekerler. Aracımız, İstanbul’a yol alıyor.
Bir keyif, bir mutlu gezi daha bitiyor. Keşke herkes yapabilse, keşke herkes gidebilse. Şanslıyız vesselam. Yeni rotalara, yeni güzelliklere.