Tarihin, turizmin en çok göz ardı edildiği yer belki de; ülkemizde?

İZNİK…

Keşke; az da olsa kalanları koruyabilsek!

Dünyada günbatımı izlemek kimi yerlerin özelidir. Coğrafi konum gereği, farklılıklar söz konusu olsa da; muhteşem resimler çıkar ortaya genelde. En özellerinin başında ‘Santorini’ adası gelir. En iyi manzaraya sahip masalar, saatler öncesinden rezerv edilir. İyi bir şarabın, leziz bir yemeğin, ya da atıştırmalıkların eşliğinde izlenir, o doyumsuz resim.

Bizim ülkemizde de var! Burada göl manzarası eşliğinde batırıyoruz güneşi. İznik; gerçekten şık.

Gölün sadece manzarası değil her şeyi güzel. Kereviti, yayın balığı, sakladığı tarihi unsurlar; çok daha fazlası!

Tarihi, İ.Ö.5.Y.Y.’a dek gidiyor. ‘Büyük İskender’in komutanlarından, ‘Antiganus’un İ.Ö. 310-316’larda, kurduğuna ait bilgiler mevcut. ‘Strabon’un söylemlerinde, şehrin ilk isminin, bu komutandan dolayı ‘Antigonia’ olduğu. Başka bir kaynakta, buraya ‘Angora’ dendiği de yazılmış. ‘Ankara’ anlamı taşır, ne alaka?  Yine yakın tarihlerde ‘Antigniea’ denmiş. Devşirme bir isim belli.

En son, Makedon Kral ‘Lysimakhos’un eşine atfen verilen isimden söz edilir. ‘Nikaia’ bazı kaynaklarda ise, ‘Nicaea’.

Yine İ.Ö. 4.Y.Y.’da bir başka kayıt, ‘Bitinya Kralı Zipoites’ için tutulmuş. İsimlerin bazen karıştırıldığı da gerçek! ‘Nikomedia’ yani İzmit ile hep olmuş bu mesela! Bir rekabet durumu da var ayrıca; ikisi arasında! Tarihsel isim de, şimdiki isimlerde, çok yakın birbirine!

‘Zipoites’in burayı almasından sonra, kent ile ilgili altın para bastırmasından, İznik’e  ‘Altın şehir’ dendiği de rivayet.

Yıllar sonra ‘Evliya Çelebi’nin, ‘Engürü’ adını kullandığı, belirtiliyor. Angora’nın, Antigonia’nın veya Antigniea’nın dönüşmesi mi acaba?

‘Engürücük’ diye bir yerleşim, bugün de var. Hemen yakınında İznik’in. O mu, değil mi; neyse?

Bursa’nın bir ilçesidir; yaklaşık 60 km mesafede! Ulaşımı çok kolay. Karayolu elbette ve araç şart. İki farklı çevre yolunda da tabelalar var.

Göl, büyük değer, İznik için. 33 km. x 12 km. Yani oldukça büyük. Çevresi 100 km’ye yakın. Çok keyifli köylerden geçersiniz dolanırken. Yukarısı ise ayrı bir alem; bakacağız. 1990’dan bu yana doğal SİT alanı, bu çevre.

İznik gölünde, sazan, alabalık, turna, kızılkanat avcılığı yapılır. Bir de kerevit. Tatlı su karidesi diyelim. Eşsiz güveci olur. Diğer balıkların ise, tavadan, ızgaraya, buğulamadan, çorbaya lezzet olduğu çok çeşit vardır.

İznik; zaten bir lezzet cennetidir. Salt su ürünleri mi? Değil tabi. Gölün yukarılarında; özellikle ‘Sölöz’de tadacağınız et ürünleri, sizi tekrar buraya getirmek için sebeplerden biri olabilir! Zaman içinde, kasap dükkanlarından, lokantalara dönüşen bu yerler, gerçekten özeldir. Tadın ve yaşayın; ama ortama ayak uydurarak.

Gölde, 50 metreyi geçen derinlik kimi yerlerde ağ balıkçılığını gündeme getirmiştir. Deniz seviyesinden 80 metrelik yükseklik ve dağlardan gelen suların, birkaç dere ile birlikte gölü beslemesi, tüm bu oluşumun temelidir aslında.

İznik’de Türk hakimiyeti ile ilgili farklı bilgiler var; temel yanlışlar da! Burası, bir alınıp, bir kaybedilen yerlerden. Çok örneği var. Malazgirt zaferi sonrası, 1075’lerde ‘Selçuklu’ egemenliği söz konusu. 1080’lerde başkent. Hatta ilk İZNİK isminin telaffuzu da aynı dönemde. ‘Nicea’nın izi anlamı belki de? Evet, Türk’lerin Anadolu topraklarındaki ilk başkenti! Dedik ya çok zengin, tarihsel açıdan. Burası dört farklı uygarlığın da başkenti!

Fakat neredeyse hiç korunmamış ve büyük bölümü yok olup gitmiş, bu tarihi yerin! Mucize eseri, günümüze dek ulaşan bazı kalıntıları inceleyip, eşsiz zenginliği gözler önüne sermeye çalışalım.

1080-1147 arası Selçuklu ile Bizans arasında, alınmış verilmiş! 1200’ler, kentin zirveye doğru çıkış zamanları! ‘Theodor Laskaris’, imparatorluğunu ilan edince, buranın önemi çokça artmış! ‘Justinianus’ zamanında yapılanlar ise; bir anlamda kenti zirveye taşımış!

Gölün içinde, kimi zaman suyun azalması ile ortaya çıkan, ‘St. Neophytos’ Bazilikası kaybolan değerler için ilk durak olsun! Yaklaşık 1600 yıl öncesine tarihlenen yapı, tektonik hareketler ile tamamen yıkık ve kalıntılar sular altında! Sadece o’mu? Değil tabi! 1. veya 2.Y.Y.’a tarihli antik tiyatro’da kim bilir ne hikayeler anlatıldı ve yaşandı? Kazı çalışmaları çok geç! 15 bin kapasiteli olduğu düşünülen tiyatronun, Roma İmparatoru ‘Trajanus’un isteği ile, olası o zaman tam bağımsız olmayan Bitinya! Valisi, ‘Plinius’un çabaları ile vücuda geldiği yönünde!

8.Y.Y.’a tarihli, ‘Koimesis Kilisesi’ mesela! ‘Piskopos Hyakinthos’ imzalı! Sadece kalıntıları var. ‘St. Tryphonos Kilisesi’de aynı kaderi paylaşmış! Üstelik daha yeni; 13. Y.Y. Vee; Kariye’ye benzer mozaiklere sahipmiş! Ayrıca granit sütunlar! Hani nerede? Daha bunun gibi ne yok oluşlar?

İznik; ünlü kahin, ‘İphos’un, meşhur tarihçi ‘Diyohosyus’un doğduğu yer. Hristiyan alemi için müthiş önem taşıyor; burası. Çok önemli kararların alındığı iki konsil’in toplandığı yer! Buradan bakalım şimdi de. KONSİL; Katolik Hristiyanlarda, dini disipline ait esasların tespit edildiği, sorunların çözümlendiği, kararların alındığı bir çeşit toplantılar bütünü. Tüm piskoposların katılımı ile gerçekleşen bu buluşmalar, edinilen bilgilere göre tarihte 21 tane! 1. Ve 7. Konsil; İznik’de yapılmış!

‘Aziz Petrus’un çabaları ile bölgede oluşan Hristiyanlık tarihi çok eski. Belki de bunu taçlandıran en önemli eser; Ayasofya! Sayısız onarımlarla, günümüzde cami olarak da olsa ayakta oluşu önemli. Ama asıl önem İstanbul’daki ile isim benzerliği. Farkları ise; İstanbul’dakinin yapımından bu yana hep ayakta ve hayatın içinde olması.

Bu ise; yıllarca atıl olarak yıkık kalmış! Az önce sözü edilen 7. Konsil burada toplanmış! Yıl 787. Bundan yaklaşık bir yüz yıl önce inşa edildiği sanılıyor. Dikdörtgen planlı yapıda, o dönemdeki antik tiyatrodan sökülen kesme taşların kullanıldığı rivayet. Roma dönemi ama, altta Pers’lerden kalan bir yapının temelleri olduğu görüşü var. Orhan Gazi’nin şehri alması, daha doğrusu sunulması sonrası 1331’de camiye dönüşüm. Çan kulesi yerine minare! Bu alınış ya da sunuluş hikayesini açmakta yarar var.

1320’lerde kenti gören Orhan Gazi, güçlü şehir surlarından dolayı buranın savaşla alınamayacağına kanaat getirmiş. Bursa’yı alıp, 10 yıldan fazla burayı abluka altında tutmuş. Devamında, kent bir anlamda sunulmuş; kan dökülmeden. Burada, Bursa ve civarının iyi yönetilmesinin, İznik halkında olumlu karşılanmasının da etkisi varmış.

Dönelim, Ayasofya’ya. Meşhur mozaikler, sıva ile kapatılıyor, cami olunca. Devamında sayısız macera. Depremler, yangınlar, savaşta talanlar, ara ara tadilatlar. Bu arada Mimar Sinan’ın dokunuşları! 1700’lerden sonra tamamen kaderine terk! 850 yıl kilise, 600 yıl cami olarak kullanılması, mucize! Yunan işgalinde tamamen yok edilmiş. 1930’larda başlayan arkeolojik çalışmalar, aralıklarla 1955’lere dek sürerken, yapı az da olsa kötü kaderini yenmiş. 1985’de ise, bir eser olarak görülmeye başlamış tekrardan! Dönem içinde Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün katkıları inanılmaz! Sonra yine yavaşlayan çalışmalar, 2007’de tekrar ivme kazanmış ve sonrasında cami olarak açılmış!

Roma, Bizans izleri, Selçuklu dokunuşları ve Osmanlı’dan kalanlar! İznik böyle bir yer!

Burayı çok önemli kılan, 1. Konsil’den de söz edip, tarihe ara verelim. Yıl, 325. Roma İmparatoru ‘Contantinus’ tarafından benimsenen resmi din Hristiyanlığın çerçevesi, bir anlamda burada çizilmiş! Yaşanan tartışmalarla, 20 maddelik bir metin kaleme alınarak,  dinin yasaları, İznik’de ilk kez benimsenmiş. 218 piskopos katılımı deniyor! Dönem için büyük rakam!

İznik’de iki, üç günlük hafta sonu tatilleri muhteşem geçer. Daha uzun süre kalacakları başka aktiviteler bekliyor tabi. Buranın ilginç tarafı, yaz, kış gidilebilir olması.  Mesela buz gibi bir havada, ‘Keramet’ köyündeki ılıcada, suyun içinden kar yağışını izlemek muhteşem olmaz mı? Biz devasa ateşler yakarak bunu yaşardık. O zamanlar kimse bilmezdi buraları! Öyle mi kalsaydı acaba? Yoğurt kaplarına yakılmış mumları diker, buram buram, dumanlar içindeki suya salardık. Mavi ay ışığında sapsarı alevler ve ılıcanın göğe yükselen dumanları! Vavvv, yazarken bile etkili, hele yaşayana? Ama günümüzde bunu bulmak zor!

Civarda yapılacak başka aktiviteler tabi ki var! Eski Osmanlı köylerine merakınız varsa, ‘Elbeyli’ ve ‘İnikli’de mutlu olursunuz! Merkezden biraz uzaktaki ‘Sansarak’ ilginizi çeker! 600 yıllık bir tarih ve yeşilin içinde doğa yürüyüşleri. Zorlu bir parkurdur; dikkat! Pek çok filme de set olmuştur!

İznik’de doğaya da lezzetlere de doyarsınız! Pek çok farklı renkle tanışırsınız, böceklerle dost olur, bitkilerle de yaren! Az kaldı böylesi!

Şimdi de buranın sanatı; doğa dışında! El işidir ama, yine o’nun varlığıyla! Çini diyelim ve devam edelim! Burası ile özdeş bir sanat. Bir rivayet; İznik’e bundan dolayı bir zamanlar; ‘ÇİNİZLİK’ dendiği? Ülkede, Kütahya’dan bile eski; bu sanat anlamında!

Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçukluları zamanında öne çıkan çini sanatı, Osmanlı ile de sürmüş. 15.16. ve 17. Y.Y.’larda gelişip büyüyerek adeta bir marka olmuş bu topraklarda! Gözenekli yapısı ile suyu çekme yeteneği, -30’dan +40 dereceye dayanıklılığı yüzyıllardır var olma sebebi.

Burada, 1391’e tarihli ‘Yeşil Cami’de, mozaik desenli, zikzak biçimli mavi, yeşil çiniler en güzel örnek! 1600’lerde buralarda olan ‘Evliya Çelebi’nin notlarında da çinicilik sanatı ile ilgili düşünceleri var. Zamanla yok olma ile karşılaşan bu eşsiz sanat, çok sonraları ‘Parga’lı İbrahim Paşa’nın gayretleriyle İstanbul’da kısmen yaşatılmış!

1967’de İ.Ü. Sanat Tarihi ve Arkeoloji bölüm başkanı Prof. Dr. Oktay Aslanapa’nın çabaları ile tarihi İznik çini fırınları ortaya çıkarılmış. 14. Ve 17. Y.Y. arasına tarihlenen, 60’dan fazla ocak!

Günümüzde bunları ve daha fazlasını görebileceğiniz yer; İznik Müzesi. 500’den fazla çini esere ev sahipliği yapmakta. Müzede, ayrıca 200 civarı etnografik eser, Roma, Bizans ve Osmanlı’ya ait lahitler, toprak levhalar, sütun başları, mezar taşları, madeni objeler ile 2 bini aşkın eser bekler sizleri!

Bu görkemli bina, 1.Murat’ın annesi Nilüfer Hatun anısına yaptırdığı bir imaret aslında. Yıl 1388. Zaman içinde değişimler, yenilemeler. Müze oluşu ise 1960.

Sıra geldi İznik surları ve kapılarına. Haç şeklinde planlanmış kentte 3. ya da 4.Y.Y.’a tarihli 3 sıra taş ve 3 sıra tuğla ile çepeçevre sarılmış surlar; yıllarca kent güvenliğinin en önemli unsuru olmuş.  Yüzyıllar içinde defalarca değişiklik, büyütme, güçlendirme! İstanbul,Yenişehir, Lefke ve Göl adlarını alan 4 ana kapının yanında 12 adet küçük kapı da, kentin dış dünya ile olan bağlantısını sağlamış; yüzyıllarca. Bunlardan daha eski olan, İstanbul ve Lefke kapılarında, antik tiyatrodan taşınan masklar, kuleler ve savaş tasvirlerini içeren kabartmalar dikkat çeker. Değişim, yenileme gibi çok işlem görse de, kapıların genel olarak İmparator ‘Vespasianus Titus’ dönemine tarihlendiği söyleniyor. Geniş bir imparatorluk ailesi olduğundan isimlerin karıştırılması mümkün! 13 metre yükseklik ve 114 burç ile şehri işgallerden koruyan yapı, ilk zamanlar 2893 metre uzunluğunda; zaman içinde 4970 metreye kadar uzamış. Olası; ‘Hadrianus’ dönemindeki iyileştirme çabaları.

Bir bölümü günümüzde dahi faal olan İznik su kemerleri de; surlar kadar önemli. Dünyada ayakta kalmış en eskilerden!

Osmanlı’da önemli izler bırakan ‘Çandarlı’ ailesi; İznik ile özdeş! Dört devlet adamı ile, Osmanlı’ya katkı sağlayan bu aile, İznik’de izler bırakmış.

Ziyaret edilecek birkaç eser daha verelim. Yakınlardaki ‘Elmalı’ köyünde, ‘Çivisiz Cami’, ‘Şeyh Kutbettin Cami’, ‘Beştaş’ ya da ‘Dikilitaş’da denen, 1.Y.Y.’a tarihli mezar anıtından kalanlar, şehrin korunmasında yardımlarından dolayı onların adına yapılan ‘Kırgızlar Türbesi’, ‘Hacı Özbek’ ve ‘Eşrefzade’ Camileri, ‘2.Murat Hamamı’ ve şu an çini atölyesi olan, Osmanlı’da ilk medrese; ‘Süleyman Paşa’.

Döneminde, ipekçiliğin, tütüncülüğün, sebze ve meyveciliğin merkezi İznik, artık o görünümde değilse de; hala yeşil, hala güzel bir havaya sahip, keyifli bir yer. Gören çoktur elbette ama bu bilgiler ışığında tekrar gidin derim. Buralarda 2-3 gün geçirmek, gölü, ormanları, dağları yaşamak. Buz gibi kaynak sulara atlamak, ya da şifalı ılıca sularının koynunda olmak. Her ne istersen; İznik’de var!