‘Creme de la creme’! Birçok dilde kullanılan bu deyim, tam da ‘buraya’ uygun! Adım başı ünlü, her sokakta sanatçı, cafe-rest ve pub’larda mutlak uluslararası tanınmış tipler.
St. Tropez böyle bir yerdir. Küçücük bir balıkçı kasabasından bugünlere… Limanda demirli kırık dökük mavnalardan, milyonluk yatlara; gemi büyüklüğünde!
Malikhanelere!
Birkaç basit lokantadan, uluslararası üne sahip mutfaklara!
Sakin koylardaki köylülerden, binlerce insanı ağırlayan ‘beach’lere!
Ve, tabi kıta Avrupa’sının en özel gece hayatına. Yanı sıra; korkunç bir kalabalık, fena bir trafik, katlanılmaz gürültü ve hava kirliliğine?
Oysa St. Tropez, yıllar önce hiç de bu hayalle yola çıkmadı. Ama ne yazık ki günümüzdeki tablo bu. Biz olabildiğince eski güzel kasabayı anlatmaya çalışacağız. Tabi bugünlere gelerek.
Mesela eski bir alışkanlıkla başlayalım. Akşamları gün batarken; ki muhteşem olur, ‘pastis’ içer ahali; yerleşmiştir! Rose şarap, zaten St.Tropez için vardır sanki; vazgeçilmez. Soslu zeytin olmazsa olmaz… Eşlik eder kadehlere, fena da gider!
Kasaba karanlığa bürünmeye başlayınca, bistrolar ve diğerleri usul usul dolmaya başlar. Yüksek sezonda gün ayırt etmez. Zaten rezervasyonsuz olmaz. Çok farklı mutfaklarda, farklı lezzetler masalarınızı süsler. E, burası bir liman kasabası, tabi deniz ön planda olacak. Buranın sularına has, hiç bilinmeyen küçük balıklar sofrada arkadaş olabilir size. İstakoz ve midye gibi kabuklular ise zaten yörenin zenginidir. Bin bir çeşidi yapılır…
İlginç; kanatlı kümes hayvanları da sıkça yerel lezzetlerde yer alıyor. Sanırım geleneksel?
‘Deniz kıyısında tavuk neden yiyelim’ diye soranlar olabilir. Farklı yapıyorlar, kümes hayvanı kullandıkları yemekleri. Ama tabi az sayıda rest’den söz ediyoruz.
Bazıları şaşırabilir; ‘tapas’da var St. Tropez’de! Neden şaşmalı diyenler haklı?
Amsterdam’da şahane ‘tapas’lar yediğimi bilirim ben. Daha bitmedi. Uzakdoğu ve Afrika mutfağını benimseyen lüx rest’lerde! Kısaca her damağa farklı tatlar; ama fiyatlar hep yüksek.
E; St. Tropez’e geliyorsan paraya kıyacaksın. Ya da hiç gelmeyeceksin! Lüx’ün merkezi burası.
Kasaba, ‘Fransız Riviera’sının en önemli merkezi.15. Y.Y.’a dayanan tarihinde, ilkin önem verilmeyen bu yer; 19. Y.Y’da yazar ‘Guy de Mauppasant’ ve asıl önemli isim Ressam ‘Paul Signac’ın buraya gelip yerleşmesi, eserler vermesi ve dostlarına tavsiyeleri ile tanınır olmuş!
Tavsiyelere uyan ressamlar ‘Matisse’, ‘Bonnard’ ve ‘Marquet’in gelişi, taçlandırmış burayı. Minik kasaba cazibe merkezi olmaya başlamış. Doğa zaten müthiş, upuzun kumsallar, şahane deniz, özellikle yaz’ları çağırmaya başlamış insanları buraya! Sonra yerleşimler olmuş, ama asıl patlama 1950’den sonra.
2. Dünya savaşında müttefiklerin ciddi saldırıları ile karşı karşıya kalan kasaba, yaralarını hızla sarmaya başlamış. Sonrasında; ‘Brigitte Bardot’un ünlü filmi ‘Ve Tanrı Kadını Yarattı’ya set olmuş! Ünlü yönetmen ‘Roger Vadim’ kasabayı uygun görmüş anlatacağı hikayesine… Filmin çekimi ile beraber St. Troprez adeta patlama yaşamış.
60’lar ve 70’mişler de, ‘Louis de Funes’in o meşhur ‘Le Genderma’ serisinin de çekimlerine set olunca, kasabanın bilinirlik düzeyi tavan yapmış. Beraberinde, dünyaca ünlü zenginlerin özel yatları ile buraya gelmeleri, liman işletmeciliğini çok geliştirmiş. Bu da, turistik tesislerin çeşitliliğine katkı sağlamış!
Merkezlerden, özellikle Nice’den günübirlik otobüs turları var ama yolu çıkarınca ‘gidiş ve dönüş’ geriye kalan az saatler yeter mi acaba burayı tanımaya?
Ülkemizden Nice ya da Marsilya’ya direkt uçak seferleri var, bu şekilde ulaşılabilir.
St. Tropez’de kasaba içinde, ya taxi ya da rent a car kullanılacak. Merkez çok büyük değil, o anlamda yaya olmak en güzeli. Ama etrafta çok unsur var, kiralık araç o nedenle gerekebilir.
Güneydoğu Fransa; ‘Provence-Alpes-Cote d’Azur’… Burada kötü yer olamaz ki. Bölgede her yer şahane. Harika oteller var ama, tabi pahalı. Yazın fiyatlar tepe yapar. Kışın biraz daha makul. Yaklaşık 30 dakika mesafedeki ‘St. Maxima’da uygun rakamlara konaklamak olası.
İlkbahar ve sonbahar idealdir ziyaret için St. Tropez’e. ‘Şan’ı şöhreti yeterince gördüm, birde buranın kırsalına bakayım’ derseniz ilk tercih ‘Ramatuelle’ olmalı. Burada pek çok ünlü simanın kafa dinlemek için aldıkları evler var. ‘Le Croix-Valmer’ ya da ‘Gassin’de, bu anlamda ziyaret bekler sizden!
Dedik ya ilk tarih 15.Y.Y. diye. Ortaçağ’dan kalan bazı evler ayakta hala…
Eski mahalleler; ‘La Ponche’ veya ‘La Glaye’de bu tip yapılara rastlanabilir mesela!
Kasabada genel boyama tarzı sabit. Pastel renkler… Açık portakal, bej tonlar gibi. Hani o Yunan adalarının bazılarında görüldüğü gibi bir renk cümbüşü yok burada. Ama yakışıyor. Lacivert deniz, üzerinde bembeyaz tekneler ve arkada pastel renlere boyanmış mekanlar… Şık kombin!
St.Tropez elbette plajları ile ünlü… ‘Plage de la Bouillabaisse’! En önemlilerden. ‘Pampelonne’ ise; kilometrelerce uzanan kumsalları ve egzotik mekanları ile ön planda! Sakinlik arayanlar; ‘des Salins’ ya da ‘des Graniers’ gibileri tercih edebilir! Ama bu kasaba ‘Hareket’ demektir!
Aslında eğlence gündüz plajlarda başlar ama buranın ün’ü gece eğlenceleri. Her mekana girmek kolay değil. Belli kıyafet zorunluluğu yanında, şık ve farklı olmak gerekir! Zaten etrafınıza bakınca bu ayrımı görürsünüz!
Her yerde olduğu gibi denize yakın mekanlar liman civarında ve çok gözde. Daha arka taraflara uzanın bence; fiyatlar biraz daha uygun.
Malum zenginlerin cenneti dedik. Belli bir yaşın üzerinde ziyaretçi daha çok görülür; St. Tropez’de! Çok doğal, parayı kazanmak zaman alıyor; eğer mirasyedi değilsen. Gençler yok mu, tabi ki var. Bu arada o belli yaştakilerin gece eğlencelerindekiperformansları dikkate şayandır.
İlginç mekanlar, dar sokaklar farklı fotolar verir.
St. Tropez’in alışverişinde sıra. ‘Rue Gambetta’, ‘Rue Allard’, ‘Rue Clemenceau’ favori. ‘Altın Palmiye’ buranın sembolü olduğundan, pek çok hediyelik eşyada karşınıza çıkacak.
Yanı sıra, özel tasarım takılar, şapkalar, sandallar! Dünyanın en önemli markaları burada. Kasabada pek çok sanat galerisi var. Ve çok ince işçilikler. Aklınızda olsun. Sabahları kurulan ‘Place des Lices’ pazarında da, ilginç şeyler çıkabilir karşınıza. Bakın derim!
Şimdi biraz farklılaşalım. Önce tepelere çıkalım. ‘Park Citadel’… Çok farklı bir göz ile bakarsınız buradan St.Tropez’e!
Pord Grimaud’da, buradaki Venedik! Tekne ile eve yanaşılır.
Teknelerle aranız iyiyse, olanak bulursanız, ‘İles d’Hyeres’ adaları da aklınızda bulunsun. ‘Porquerolles’ üç adanın en büyüğü.
Limanın karşısında bulunan ‘I’Annonciade Müzesi’, St.Tropez’de görülmesi gereken yerlerden. ‘Van Dongen’in, ‘Signac’ın, ‘Bonnard’ ve ‘Rovault’un eserlerine ev sahipliği yapar. Burada ‘Henri Matisse’ye ayrı bir parantez. O’nun eserleri de sergilenmekte. Usta sanatçı, 20.Y.Y. başlarında bir sanat akımına öncülük etmiş. ‘Fovizm’! Sonrasında da ‘Neo Empresyonizm’den etkilenmiş. St. Tropez bu akımların merkezi konumunda!
Kasaba ile ilgili birkaç ilginç nokta daha. ‘Notre Dame de I’Assamtion’ Kilisesinin dört yöne bakan saat kulesinin bir tarafında saat yok. Üç tarafında var. Neden acaba? ‘Palavralar bankı’, kasabada bulunan bir bankın adı! Bu isim bir banka neden konur? Gidecekler araştırsın!
St. Tropez ziyaretçileri; ‘Tropiziene’ tartı yemeden, rose şarap içmeden gelmeyin. Bol fotoğraf çekin.
Tabi ki Brigitte Bardot’u an’ın. Luis de Fune’ye gülümseyin, belki görür.
St.Tropez merkez için üç günlük seyahat yeterlidir. Ama doyamadım derseniz bilemem. Schengen gerekecek bolca da Euro. Kredi kartlarınız dolu olmasın, gerekebilir.
Kimi Fransızlar snob olur aldırmayın. Bazı mekanlarda önce ünlülere sonra mekana sıkça gelenlere öncelik tanınabilir. Öğle yemeklerinde yer bulunur ama özellikle yüksek sezonda akşam yemekleri ve gece eğlenceleri için rezerv şart. Kasaba son derece güvenli tatsız olaylar yaşanmaz. Ama kimi zaman özellikle gençlerin motorla, arabayla gösterilerine, dolayısı ile gürültüye hazır olmalı.