Sesamos da denmiş, Amastedos da… Güneş doğarken de batarken de güzel burada!
Amasra, kısaca…
Amasra’ya doğru çıktık yola; bakalım ileride ne ola? Fatih demiş ya; dünyanın gözü bu mudur? diye 1460 da. Biz de bakacağız buraya… Neler neler var, devamında. Herkes bir yere, bir şeye benzetmiş; olmamış! Amasra’ya yakışmamış… Ama burayı beğenen çok, beğenmeyen pek olmamış. Amasra beğenilmez mi? Girelim şimdi bu farklı beldeye… Önce karadan inelim muhteşem yollardan; virajlı. Sonra denizden yaklaşalım az biraz dalgalı, ama korunaklı… Amasra bu, karadan da, denizden de anlatılır zira… Batı Karadeniz’in bu tarih kokan, doğa dokuyan beldesi için önceden çokça yazı okumuş olabilirsiniz. Olsun…
Üzüm salkımına benzer, denizler karanın içinde mi, yoksa tersi mi? Ayırt edilmez. Yeşilin, mavinin Karadeniz’e özgü renk tayfı, çok fena! İki ada, çokça koy, beş tepe derler buraya! Bir prensesin ülkesine… Yine mi kadın? Elbette, hayatın vazgeçilmezi.
Amastris adı; o olmazsa belki olmazdı burası! Adından başladık, detay vereceğiz de, ama önce sıfatı… Doğa cömert burada, pek çok yere kıyasla… Ağacı, kömürü ve turizmi Amasra’yı merkez yapmış hep! Doludizgin bir tabiat, zor bulunur tarih, kıskanılası lezzetler ve keyifli insanlar. Muhteşem bir uyum ile sürdürülen varlık… ‘Bakacak’dan ‘sende bakacaksın’ boşuna denmedi… Bu cennete bakacak ve ‘bakmalısın’ diyeceksin sonrakilere. Çünkü baktırır kendine…
Prenses için anlatılan çok! Amastris yani. Büyük İskender’in baldızı olduğu, ünlü bir komutan ile evliyken sonra birlikte olduğu ikinci eşi vasıtası ile buralara geldiği, eşinin yetersizliği sonucu yönetimi ele aldığı ve buraya adını verdiği, durumu çekemeyen oğullarınca öldürüldüğü, sonra eşinin de (bir sonraki de olabilir) oğulları öldürttüğü vs.
Tek bir gerçek var, Amastris döneminde burası tarihteki en iyi günlerini yaşıyor bir ticaret merkezi olarak! Halk refah içinde… Öncesine baktığımızda İ.Ö 12 Y.Y. kadar gideriz… Çok çeşitli kaynakta, Gasgas?, Hitit, Finike, Lidya; elbette Ceneviz, Milet ve Megara’lılar. Önem taşıyan tabi ki Persler. Adı da veren, Pers prensesi Amastris… Bir görüş de, İskitlerin kolu olan kadın savaşçıların, yani Amazonların kenti kurduğu. İsmin buradan geldiği! Hadi bakalım!
Anadolu Selçukluları, Roma, Pontus, Bizans ve Osmanlı… Yazarken ben yoruldum. Ondan dedim ya; çok çeşitli bir tarih. Biz sona bakalım. Yıl 1460, Osmanlı buraya dayanmış ve bir ince anekdot. Fatih Sultan Mehmet, bu kadar güzel beldeye savaşla girmeye kıyamamış. Hükümdarına haber göndermiş; ‘Böylesi bir yere kıyamam, yerle bir edemem. Şehir böyle güzel kalsın, getirin siz teslim edin şehrin anahtarını’ demiş! Anahtar hemen gelmiş ve böyle fethedilmiş Amasra. Sonra Bolu Sancak Beyliğine bağlanan kent, yine bir merkez olmuş.
Şimşir, meşe palamutu, kestane önemli. Ağaç ticareti evet ama; önce liman, deniz, büyük değer katmış buraya… Fatih’den geldik, onun gibi ‘Bakacak’ tan baktık. İndik aşağılara fotoğraflamak için. Şimdi de denizden gelelim limana. Amastris’in denize girip güneşlendiği ‘direkli kaya’ bugünde çok güzel. Ya kemere köprüsü? Ceneviz Bizans karışımı kale? Peki, Osmanlı dokunuşları? Amasra’nın her iki yakasını gezin, duvarlarına dokunun, kim bilir ne yaşamlara tanıklık ettiler bunca zaman? Eski mimarinin günümüze dek ulaşmış az sayıda ki binaları, görkemli. Kent girişindeki Müze’de gerçekten görülmeye değer! Uzun kumsallarda yürüyüşler yapmak, güneşin bir yanda doğuşuna diğer yanda batışına eşlik etmek, keyifli. Sanat güneşimiz, boşuna Portofino’ya benzetmemiş Amasra’yı. Denizden günlük gezi tekneleri ile dolaşın, en iyi fotolara ulaşın… Dur denize yine geliriz de; karaya bir ek, fotoğraf tutkunları için, ‘Kuş Kayası Anıtı’. Söylemedi demeyin; gidince de beni anın! Tavşan adasına, büyük limana, küçük limana, isimsiz daha pek çok’larına gidin. Mezgit ile, barbun ile arkadaşlık edin.
Acıkınca mı? Karacılar! pide yesin meşhur çünkü; biz kaptanlar, balık. Ama salata herkesin vazgeçilmezi. ‘Amasra salatası’ bu; her yerde bulmak zor. İmkansızlıklar müthiş bir lezzet doğurmuş. Her kaptan gibi ben de bir aşçıyım ve yeşillikle turşuyu yıllar önce birleştirip, özgün salatalarla soframı, hem teknemde hem evimde süsledim. Amasra da bunun çok ötesini buldum. Zor zamanlarda, eldeki var olan malzeme ile ‘mecbur’ yapılan salata, bugün çokça geliştirilerek kimi zaman 20- 30 çeşidin birleştirilmesiyle, müthiş bir lezzete dönüşmüş. Bırak yemeği, sadece salata yemeye git restaurant’a. Karışımın limon, sirke, zeytinyağı ölçüleri farklılıklar gösterse de, bir lezzet şöleni benim gibi, ekşiyi acıyı tatlıya tercih edenler için. Lezzet deyince; balığın en iyisi burada. Zeytinyağlı yakışır, ara sıcaklar, ağızlara layık, peki tatlı? Olmazsa olmazı, bir masanın. O da çok fena. Bin bir lezzet yerel tatlılarda. Yoğurtlu, ballı ve daha başkası… Yemek üstü gezme dersen, tüm kaloriler yanacak. Yememiş gibi olacaksın. Buyurun ‘Barış Akarsu’ parkına. Sonra az ileriye ‘Çekiciler çarşısına’. Hem gezme hem de hediyeliklere bakma aslında. Işıklar üzerinde olsun, Barış kardeş buralı ve anısı yaşatılıyor her açıdan. ‘Çekiciler’ ise herkesin görmesi gereken bir yer. Alışveriş yapmadan çıkamazsın zaten…
Ne kent ya; anlat anlat bitmez. Sihir dolu. Herkes coştu, güneş doğdu, zaman doldu! İşte ben böyle yaşıyorum gezdiğim yerleri, sen de yapabilirsin. İste!