Fethiye’ye yaklaşık 45 km. mesafedeki, çok özel bir antik kentteyiz! Ne yazık ki hiç bilinmiyor? Öyle ki; bölge halkı içinde bile, buradan habersiz olanlar var?
‘Pınara’… Orijinal ismiyle ‘Pinale’.
Az bilinmesinin temel nedeni, ulaşım zorluğu. Pınara, deniz seviyesinden 400 metre kadar yukarıda. Burası, antik çağda ‘Kragos’ olarak bilinen ‘Babadağ’larının etekleri. Engebeli arazide, yuvarlak bir yükseltide kurulan kentin tek yolu son derece bozuk ve tehlikeli. Yaya gelmek zaten olanaksız. Araç ile gelirken de, düzensiz taşlarla kaplı yolda bazı arızaları göze almak gerekir. Lastiklerin zarar göreceği kesin!
‘Pınara’nın tanınmamasının bir başka sebebi ise, burada hiç kazı yapılmamış olması. Dolayısı ile, günümüze kalanlar doğa olaylarından etkilenmeden ayakta duranlar sadece!
Sevindirici olan; önümüzdeki dönemlerde antik kazıların başlayabileceğine ilişkin kulağımıza gelenler? İnşallah gerçekleşir!
Vahşi bir coğrafyada yer aldığından kazı ekibinin her gün geliş ve gidişi sorun olabilir? Keza beslenme ve diğer ihtiyaçların karşılanması da. Belki de kazı merkezinde konaklayacakları binalar tesis edilecek ve sonrasında başlayacak çalışmalar?
Bu tip faaliyetlerde ‘sponsorluğun’ önemi inanılmaz derecede ortaya çıkıyor. Kimi zaman yurt içinden kim zaman dışından antik kazılara katkı sağlayan firmaları gözlemleyebiliyoruz. Ancak sayılar yazık ki yetersiz. İnşallah ‘Pınara’ kazıları içinde sponsor olacak firma ya da firmalar bulunur. Böylelikle salt devletin omuzlarına binen bu maliyet, kısmen de olsa paylaşılmış olur.
Bir antik kentin kazılması son derece külfetli ve pahalı. Yılın dört mevsimi çalışılamıyor. İklimsel koşullar buna engel! Ve tabi sonuca ulaşmak yıllar alıyor. Aslında ‘Sonuç’ diye bir olgu yok ya; kazdıkça bambaşka bir dünya çıkıyor ortaya! Düşünün 40 yıla yaklaşan süreçte devam eden kazılar var ülkemizde!
‘Pınara’da kazı yapılmaması elbette kent ile ilgili bildiklerimizi son derece kısıtlıyor.
Anlatılanlar ve birkaç bilgi kırıntısının olduğu yazılı kaynaklar dışında elde pek bir şey yok.
Genel kanı şu. ‘Xanthos’ kentinde yaşayan bir kesimin buradaki nüfusun çok artması ile yeni bir yerleşim yeri kurmak adına kenti terk ettikleri, seçtikleri yerin de burası olduğu? Bu olayı yaşı ilerlemiş, bir anlamda emekli olmuş kişilere atfedenler de var?
‘Xanthos’ buraya yaklaşık 26 km. mesafede. Yerleşmek için burayı neden tercih ettikleri tartışılır. Kente ulaşım bugün bile zor. O yılları tahmin etmek? Acaba güvenlik meselesi mi?
Temel olarak bir ‘Likya’ kenti Pınara ve günümüzde ‘Likya yürüyüş’ rotası içinde.
Ancak nasıl yürünerek gelinir buraya bilemem?
I.O. 340’lara ulaşan bir tarih! Burada kafaları karıştıran yan bir bilgi var. O’da şu; I.O. 334’e dek ‘Karia Kralı Piksodares’in kontrolünde olduğu?
Evet bölge, ‘Likya’ ile ‘Karia’ arasında ama bu olabilir mi? Diğer yandan, antik isim ‘Pinale’, ‘Likçe’ kökenli bir sözcük. ‘Likçe’de ki karşılığı yuvarlak! Acaba kurulduğu yuvarlak tepeden mi geliyor bu isim?
Bir diğer bilgi ise ünlü tarihçi ‘Strabon’dan. Burası, ‘Likya Birliği’ üyesi ve üç oy hakkına sahip! Bu bilgi çok özel! Zira ‘Likya Birliği’nde üç oy hakkına sahip sadece altı kent var!
Peki ‘Xanthos’dan kopup gelenlerin kurduğu bu kent, sonradan hangi özellikleri ile ön plana çıktı ve bu hakkı kazandı? Tamamen soru işareti? Kenti kuranların geldiği düşünülen ‘Xanthos’da, üç oy hakkına sahip kentlerden biri; ‘Likya Birliği’nde! Acaba bununla bağlantılı olabilir mi?
Kentin en önemli özelliği sayısız kaya oyma mezarına sahip olması. Doğa koşullarından daha az etkilendikleri için pek çoğu kusursuz denecek düzeyde ayakta. Tabi yüzyılların yıpranmışlığı gözleniyor. Mezarların bu denli çok olması; gelenlerin kenti kuranların ‘Xanthos’un yaşlıları olduğu tezini kuvvetlendiriyor. Ölmek için mi burayı seçtiler acaba?
Ancak kaya oyma mezarların yapıldığı yerleri görünce insan düşünüyor.
Belli yaştakilerin bu inşaları yapması imkansız! Zira zorlu coğrafyada, bugün dahi ulaşılması güç yerlerde olanlar var. Acaba oralara nasıl gidildi ve nasıl yapıldı bu mezarlar?
Tabi bu arada şunu unutmayalım. Bölge çok ciddi bir deprem bölgesi! Ve ‘Pınara’da bundan fazlasıyla nasibini almış. Çok deprem geçirmiş. O nedenle; belki de o çağlarda yeryüzü şekli, günümüzdeki gibi değildi?
Dolayısı ile kentin en özeli ‘nekropol’ denebilir. Özellikle kente ulaşırken sol taraftaki dağ silsilesinde paralel biçimde altlı üstlü inşa edilmiş sayısız kaya mezarı görüntüsü son derece etkileyici. Kim bilir belki de bu nedenle UNESCO dünya geçici mirası listesine alınmıştır?
Yıllar öncesinde bu ilginç mezar yapılarını araştıran kişi olarak ‘Martin Seyer’ görülüyor.
Ancak kenti ilk keşfeden o değil. Çok daha tanıdık biri. Bu bölgede neredeyse her antik kentimizde karşımıza çıkan İngiliz ‘Charles Fellows’. Ve yine bazı bilgilere göre kentten çıkardığı taşınabilir pek çok eseri İngiltere’ye götürmüş. Bu özelliği de hiç yabancı gelmedi Fellows’un!
Çıkmanın neredeyse imkansız olduğu dağ silsilesindeki kaya mezarları, muhtemelen insan eli değemediği için tahrip görmemiştir? Burada çalışmalar başlayınca ortaya çıkacak.
Şaşırtıcı biçimde ayakta kalmayı başaran bir yapı da; tiyatro!
3500 kişilik olduğu varsayılan tiyatronun ‘cavea’sı neredeyse tümüyle ayakta. Bir biçimde başarmış bunu? Doğa koşullarına direnmiş! Burada ‘orkestra’ yok. ‘Kulis’ kısmen ayakta!
İlk sıraların zemine yakın oluşu, tabi bir değişim yaşanmadıysa burada bir vahşi hayvan ya da gladyatör dövüşlerinin yapılmadığını gösteriyor. Seyirci kapasitesinin sınırlı olması da; bu görüşte etkili!
‘Pınara’ I.O. 330’lu yılların ortalarına doğru Makedon Kral ‘İskender’in kontrolüne geçmiş.
Savaşsız almış burayı, ünlü komutan! Kent teslim olmuş.
Yıllar içinde ‘İskender’ zamansız biçimde ölünce, ‘Bergama Krallığı’nın egemenliğini görüyoruz. Oysa ‘Makedon’ kontrolündeki yerlerin büyük bölümünün, ‘İskender’in bir varisi olmadığından ordusunda görev alan ünlü komutanların yönetimine geçtiği görülür.
‘Pınara’ için böyle bir bilgi yok! Kısa süren ‘Bergama Krallığı’nın sonrasında da malum; sahip olunan her yerin son kralın vasiyeti üzerine ‘Roma İmparatorluğu’na devredilmesi, doğal olarak burada da söz konusu!
‘Pınara’; artık bir Roma toprağıdır!
Ve ilginçtir, kent en parlak dönemini ‘Roma İmparatorluğu’ zamanında yaşamış!
I.S. 8.Y.Y.’a dek yaşamın sürdüğüne ilişkin bilgi var buraya dair. Sonrası için bir kanıt yok. Olası terk ediliyor ve yaşam sonlanıyor.
Buraya gelirken de, kenti gezerken de yemyeşil uçsuz bucaksız bir coğrafya bekliyor sizleri. Fotoğraf çekmeye doyamayacaksınız! Tüm bu yeşilliğin ortasında kaya ve lahit mezarlarının ve tabi tiyatronun sihri dışında, tarihsel anlamda pek çok eser görmek ne yazık ki olanaklı değil!
Sur duvar kalıntısı, agora kalıntısı, hamam kalıntısı, kilise kalıntısı gibi birkaç unsur olsa da; ‘Pınara’ için pek bir önem arzetmiyor!
Evet, buluntusu henüz olmayan, kazılarla beraber inşallah olacak ama görülmesi gereken bir antik kentimiz ‘Pınara’.
Sadece ‘nekropol’ü için bile gidilir. Ve tabi, eşsiz vahşi doğa ile beraber olabilmek için.