Evliya Çelebi; ‘Yufka suların, limanı’ demiş, buraya…
URLA.
Doğa harikası, tarih merkezi, huzur noktası.
Ellerimde, bu mermer başla uyandım
Nereye koyacağımı bilemediğim
Bir düşe yuvarlanıyordu baş
Ben düşten uyanırken
Böylece birleşti yaşamlarımız
Şimdi ayırması güç
Yorgo Seferis’e gidiyorum. Bu mısraların yazarına. Huzurunda; ‘Dönemeç’i, ‘Ardıç Kuşu’nu okurum! ‘Seyir Defteri’de çok uygun aslında. Gezginiz ya! Yaşasaydı; imzalar, verirdi belki bana. Işıklarda uyusun. Burada doğan ünlü şairi anarken, kulaklarımda ‘Çal çingene’, ‘Kadınım’, ‘Aşkı bulacaksın’, ‘Öyle sarhoş olsam ki’ ve daha niceleri. Burada ölen Tanju babayı, Tanju Okan’ı anmadan geçer miyim hiç?
‘Aşkı bulacaksın’ dedi ya Tanju baba. Tam da yerine gidiyoruz; aşka! Urla’ya… Girdik konuya, devam edelim anlatmaya, fena bir tarih yatıyor burada!
Klazomenai diyeceğim; çok az kişi bilecek, bu değeri. Neden? Tanıtım eksikliğinden. Aslında, bölgenin genel adı bu. 12 İyon şehrinden biri! Ve sıkı durun, İ.Ö. 4000’e tarihlendiği söyleniyor! Farklı görüşler var, geçmişe dair ama, günümüze dek ulaşılan eserler dikkate alındığında; gerçekten iyi incelenmesi gereken bir bölge olarak karşımıza çıkıyor. Tektonik hareketlerin bölgeyi etkilediği kesin. Mesela az sonra detaylarını vereceğimiz ‘karantina adası’ ve kara parçası uzaklığı bu kadar mıydı? Ya da daha uzak veya yakın mıydı? Antik kente ilişkin kimi bulgular; ‘karantina adası’nda bulunurken; bazı bulgular çok çok uzaklarda! Elbette bulguların ait olduğu tarih önemli, ancak daha da önemlisi, uygarlıkların ne kadar bir alanı kapladığı ve bir diğer nokta medeniyetlerin yıllar içinde bir öncekinin üzerinde inşası ve bazı önemli ipuçlarının deniz seviyesinin altında kalması, bazı kalıntıların ise tabakalaşmadan dolayı çıkarılmasının olanaksız olduğu. E, bulgu az olunca, bilgi de az oluyor!
Evet tarihçiler çözecek bunu, biz gezginler değil. Gün yüzüne daha çok çıkarılsa, daha çok ziyaretçi gelse, ülkemiz döviz kazansa, fena mı olur? Bırakın yabancıyı, yerli turistin büyük bölümü haberdar değil; Klazomenai’den!
‘Karantina adası’na gelince; aslında bir yarımada! Hemen Urla’nın karşısında. Dünyada, üç taneden biri deniyor. Diğerleri Dubrownik ve New York’daymış! Bir görüş; ada, dışarıdan buraya mal getiren gemilerin ilk durağı. Gelen gemilerde, personel ya da ürünlerde bir mikrop olasılığına karşın, gemiyi burada tecrit etmek, belki o zaman ki koşullara göre dezenfekte etmek ve öyle limana almak durumu var. Diğer bir görüş de, bulaşıcı hastalık taşıyanları, toplumdan uzak tutmak için burada konuşlandırmak. İlk görüşü savunanlar daha fazla.
Ege’nin bu en eski limanının, daha önemli özelliği de; İ.Ö. 6.Y.Y.’da dünyadaki ilk zeytinyağı atölyesinin burada olduğu! Bulgular ne kadar eksik, görüşler ne kadar farklı olsa da; İ.Ö. 180’li yıllardan, çeşitli aralarla, İ.S. 5.Y.Y.’a dek antik yaşamın var olduğu!
Favori kentim İzmir’e yaklaşık 50 km mesafede, Urla. İki farklı yol olduğundan kimi kaynaklarda mesafe değişik! Tabi şu da etken; İzmir’in hangi noktası başlangıç olarak kabul ediliyor? Düzenli minibüs seferleri de var; arabası olmayanlar için.
Püfür püfür eser, yazın terletmez seni. Muhteşem deniz ürünlerini, mezeleri bulursun, güzel denizlere girersin. İstersen hemen yanı başında ılıcalarda, ‘sıhhatler’e kavuşursun. Sıhhat deyince atlamayalım; vücuda son derece yararlı enginarın en güzelini, burada bulursun; üstelik ‘festivallik’.
Tanju Baba boşuna yerleşir mi bir yere, mutlaka sebebi vardır. Zaten bir Ege sevdalısıdır. Keşke biraz daha yaşasaydı, daha çok eser verseydi. Yorgo ustaya gelince; çalışan, üreten salt bir şair değil; yazar. Hatta diplomat. Ancak; dünyaca ünlü üstat; doğduğu topraklarda değil, Atina’da çıkıyor, son yolculuğa. İkisi de bıraktıkları eserlerin yanında, Urla’da her ziyaretçi tarafından anılıyorlar. Çünkü isimleri yaşatılıyor; mekanlarla. Emeği geçenlerde, sağ olsunlar.
Çeşmealtını pek severim ben. Urla’nın bir mahallesi. Teknecilik bu tarafta daha yoğundur, belki ondan. Liman korunaklı olduğu için kışlama dahil, bu taraf tercih edilir. Her yer de var da; buradaki zeytin ağaçları bir başka. Klazomenai’ye nispet yaparcasına, 1.000 yaşına gelmiş ağaçlara rastlamak mümkün. Zeytin; kutsal meyve. Tarihsel mirası doğrular nitelikte, çok leziz zeytinyağı üretilir, buralarda. Ve; zeytinyağı müzemiz var; Urla’da! Mutlaka görülmeli.
Bağcılığa da ayrı bir parantez açalım. Dedik ya antik bulgu ve bilgilerde eksikler, farklılar var diye. Bir görüşe göre; şarapçılığın geçmişi, 6 bin yıl burada. Söylenene göre; bu bölgedekine benzer kaliteyi Saray’da bir türlü yakalayamayan, Roma İmparatoru Domitianus; burada ki bağların yakılmasını emretmiş, kıskançlıktan. Chardonay, Misket, Merlot, Şiraz, Sultaniye ve diğer çeşitlerin de buradan Fransa’ya götürüldüğü söylenir!
Urla’da şarap sektörü son yıllarda, müthiş atakta. İnşallah devamı da gelecek. Bölge, 1300’lü yıllarda Aydınoğulları’nın, sonrasında Osmanlı’nın egemenliğinde. Vee; Yunan işgali. Bu işgale karşı, direncin başladığı noktalardan biri. 1922’de kurtarılıyor; Urla. Devamında zorunlu göçlerle buralardan giden Rum’ların yerine gelen Bulgar, Arnavut vatandaşlar, bağcılığı bilmediklerinden, bunun yerine bildikleri, tütün ve arpa tarımı ile uğraşmışlar. Uzun yıllar sekteye uğramış, şarapçılık; Urla’da. Fakat geleceğe umutla bakıyor herkes. Günümüzde sektörün aldığı yol bunu gösteriyor!
‘Güvendik sırtları’na çıkalım, bir bakalım manzaraya. Muhteşem kıyılar, öndeki adalar, arkada İzmir körfezi. Yakın yerlere göz atalım biraz. Mavi plaj, Yassıca ‘tekne olacak ama’ ve tabi diğer adalar, İçmeler, Demircili plajı ve daha başkaları. Eski bir Rum köyünden, bugünlere. Liman ve civarında hala izleri var. Keşke daha çok kalsaymış. Benim çok sevdiğim bir mimari. Urla’ya son yıllarda yerleşim arttı. Bu da bina sayısını arttırdı doğal olarak. Benim için limanın olduğu yerdir Urla; yukarılar değil.
Limanda eşsiz lezzetleri tat, şarabını yudumla, sanat sokağında dolaş, pazarlardan alışveriş yap, Yorgo usta’ya, Tanju baba’ya uğra, mevsim ne olursa olsun; su ile buluş. Urla’yı teninde hisset! Hissettirir zaten! Yaşa be dostum.